Bu kadar uzun süre ara verme niyetinde değildim aslında ama olaylar biraz bu şekilde gelişti sanırım. O sebeple yeniden merhaba! Önceki yazıları okuduysanız eğer muhtemelen çok harika bir durumda olmadığım, dahası uzun bir süredir de iş aradığımın farkındasınızdır muhtemelen. İşsiz olma sürecim yaklaşık 2 ay önce son bulsa da modumun tamamen iyileşmesi için sanırım farklı birine dönüşmem gerekecek. Neyse, en azında gri bulutlarımın bir nebze de dağıldığını söyleyerek blog aurasını belki biraz değiştirebilirim diye düşünüyorum :D
Tüm bunların yanı sıra, nispeten yeni bir şehirde yaşamaya başlamak ve sanırım enerjimin büyük oranda iş ile alakalı konulara dağılması sebebiyle gri bulutların uzaklaştığını söylemek de yanlış olmaz sanırım (her ne kadar önceden yaşadığım yeri özlüyor olsam da). Bu süreçte ara ara kendimi çok yalnız hissettiğim ve tahammül sınırımın sonlarına eriştiğim zamanlar olsa da sanırım adapte olmaya başladım. Ben gerçekten arkadaşları için yaşayan biriyim galiba ve bu sebeple, yakın arkadaşlarımla görüşemediğimiz şu sıralar hayatımı nasıl idame ettirmem gerektiğini bir türlü anlayamıyorum. Onların hayatlarına da müdahil olamıyor olmak aynı derecede can sıkıcı tabii :D
Asla dikkatimi toparlayamadığım için farklı bir konuya geçiyorum, yeni yıl! 2024 çok korkunç bir seneydi bence. 2025 için biraz daha umutlu olmak istiyorum, depresif biri olmak da yoruyor çünkü insanı. Yaşadığım hayattan daha fazla keyif almak, ya da yaşadığım hayatı keyif alacağım bir hayata evirmek istiyorum. Bu yazı biraz olumlu oldu galiba, ama endişelenmeyin aynı kişi tarafından yazılıyor bu yazılar.
Bu yazıda herhangi bir film hakkında yazma düşüncem yoktu aslında ama yılın son günlerini bir nebze de olsa güzel bitirebilmek adına, hali hazırda çok ünlü olan bir film hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. How to Lose a Guy in 10 Days (2003), bence izleyen herkesin zevk alabileceği bir film. Başrol ablamız, gazetecilik mezunu ve ekonomi, siyaset gibi konulara meraklı biri olmasına rağmen bir kadın dergisinde yazarlık yapıyor. Kendileri hem çok havalı hem de gerçekten komik biri (düşünce tarzımız yakın ve bu da bir artı puan oldu sanırım). Başrol abimizle yollarının kesişmesi ve ablamızın, abimize dünyayı dar etme yaklaşımı sayesinde hayli keyifle izlediğimi söyleyebilirim. Aynı zamanda akıllara şu soruyu da getirdiğini es geçemeyeceğim, gerçekten de sevip sevildiğin zaman saçların dalgalı-kıvırcık olmaya mı başlıyor? (genetik biliminin ve saç dokusunun bir önemi yok, lütfen ciddiye almayın!!) Neyse, bence gerçekten güzel bir rom-com (genel olarak 90'lar ve 2000'ler rom-com filmlerini severim zaten) ve vakit olması halinde izlenmesini tavsiye edeceğim bir film.
Enerjimi iş için harcadığımdan dolayı daha ciddi bir film izlemek de zor gelmeye başladı. Biraz da motivasyon eksikliğimin devamından kaynaklanıyor sanırım. Bir sonraki yazının gelmesi umarım bu kadar uzun sürmez. Okuyacak olanlara şimdiden çok güzel bir yıl diliyorum, lütfen cesaretinizi ve çabanızı kaybetmeyin! Yılın son günlerinde de sizi gerçekten çok mutlu edecek bir (en az) olay yaşamanızı diliyorum, iyi seneler!!!
No comments:
Post a Comment